katre vs. dnz
  Faiz Teorisi
 


FAİZ TEORİSİ


GİRİŞ

 

     Piyasa Ekonomilerinde istikrarın sağlanmasında önemli bir işleve sahip olan faiz iktisat literatüründe çeşitli şekillerde tanımlanmaktadır. Ne şekilde tanımlanırsa tanımlansın faiz, nominal ve reel olarak ikiye ayrılmaktadır.

    Nominal faiz (i) , bankaların kredi üzerinden talep ettikleri faiz olup fiyat hareketlerinden arındırılmamış faiz oranıdır. Reel faiz (r) ise nakit para, bina makine gibi sermaye unsurlarının kira bedeli olup satınalma gücü cinsinden ifade edilmektedir. Yani reel sermayeden kaynaklanan kar oranıdır.(Yamak ve diğerleri,2007,s.1)

     Günümüzde iktisatçılar çeşitli faiz teorileri geliştirmişlerdir. Faiz teorisi konusunda ekonomistler arasında çok değişik görüş farkları vardır. Bazı iktisatçıların faiz konusundaki görüşlerini inceleyecek olursak Adam Smith, Ricardo gibi klasik ekonomistler faizi ödünç alanın, paradan sağlayacağı kar için, ödünç verene ödediği karşılık olarak ele almışlardır.Keynes’e göre faiz parayı nakit olarak elde tutmaktan vazgeçme için insanlara ödenen fiyattır.Diğer iktisatçı Senior’a göre faiz fedakârlığın bir bedelidir.Alfred Marshall ise faizi beklemenin bedeli olarak değerlendirmektedir.Böhn-Bawerk ise meseleyi psikolojik açıdan ele almış ve faizi zaman tercihi kavramıyla açıklayarak ana bir dayanak bulmaya çalışmıştır.Başka bir deyişle,bugünkü malları yarınki mallarla ( bugünün parası ile yarının parasını) mübadele edebilmek için değer farkının (acio) giderilmesi gerekir.Faiz bu farkı gidermektedir.

     Bazı iktisatçıların faiz hakkındaki görüşlerini inceledikten sonra faiz teorisi konusundaki teorik görüşleri sınıflandıracak olursak genel olarak beşe ayrılmaktadır. Bunlar Klasik Faiz teorisi, Ödünç Verilebilir Fonlar teorisi, Keynes’in Faiz teorisi, Hicks-Hansen’in Neokeynesyen Sentezi ve Tobin’in Portföy teorisi olarak sınıflandırılmaktadır. Bu çalışmada bu teorilerde faiz oranını belirleyen faktörlerin neler olduğunu ve teorilerin faiz hakkındaki görüşlerinin inceleyeceğiz.



1.1.KLASİK FAİZ TEORİSİ

          Klasik kurumda faiz oranı reel bir değişkendir ve denge faiz düzeyin, belirleyen faktörler tasarruf arzı ve tasarruf talebidir.(yatırım talebi)Burada faiz tasarruf arzının fiyatı olarak düşünülmektedir.

           Faiz bir anlamda kişilerin bugünkü bir mal ile gelecekteki aynı mal arasındaki tercihini yansıtmaktadır.(Keyder,2002,s.367)

          Klasiklere göre tasarruf faiz oranının artan bir fonksiyonudur. Faiz oranı tasarruf etmenin veya tükenmemenin bir ödülüdür.

         Klasiklere göre tasarruf faiz oranının artan bir fonksiyonu, tüketim harcamaları da faiz oranının azalan fonksiyonu olduğu için faiz oranı arttığı zaman tüketim harcamaları azalmakta, tasarruflar artmaktadır; yatırım ise faiz oranlarını azalan bir fonksiyonudur. Bu nedenler faiz oranları arttığı zaman yatırım harcamaları azalmakta ve faiz düştüğü zaman yatırım harcamaları artmaktadır.(Bocutoğlu,2003,s.19-20)

         Denge faiz oranını belirleyen tasarruf arzı ile faiz oranı doğru orantılı iken yatırım talebi ile faiz oranı ters orantılıdır.

        Klasik makro teoride yatırım ve tasarruf kararları tüketici ve firma gibi farklı karar birimleri tarafından alınsa bile, faiz oranı tasarruf ve yatırım arzularını uzlaştıracak şekilde değişir ve yatırımları eşitler. Faiz oranı tasarrufları harcamadan yastık altında kalıp genel bir toplam talep yetersizliğini önleyen en önemli faktördür.(Bocutoğlu, 2003,s.22-23)


        Şekilden de inceleyecek olursak faiz oranı denge faiz oranının üstünde olursa yatırım için talep edilecek kredi miktarı arz edilecek tasarruf miktarından az olacak ve bu tasarruf fazlalılığı faiz oranının düşmesine neden olacaktır. Faiz oranı denge faiz oranlarının altında olursa o zaman yatırım için talep edilecek tasarruf miktarından fazla olacak kredi için fazla talep faiz oranının artmasına neden olacaktır. (Ertek,2006,s.24)

       Klasiklere göre faiz oranı, tasarruf ve yatırımı birbirine eşitleyen düzenleyici bir işlev görmektedir.

 

 

1.2.WICKSELL’İN ÖDÜNÇ VERİLEBİLİR FON TEORİSİ

 

         Klasik iktisatçılar faiz oranlarının açıklanmasında sadece reel unsurları dikkate alırken neoklasik iktisatçılar parasal unsurlara da önem vermişlerdir. Neoklasik faiz teorisi ödünç verilebilir fon teorisi olarak da adlandırılmaktadır. Bu teoriye göre para arzı faiz oranına karşı hassastır ve faiz oranı ödünç verilebilir fon arzı ile talebinin eşitlendiği noktada dengeye gelmektedir.

 



         Dolayısıyla fon arz ve talebinde meydana gelecek kaymalar faiz oranlarını değiştirecektir. Aynı şekilde faiz oranlarında herhangi bir nedenle meydana gelecek bir düşme veya yükselme fon açığı ve fon fazlalığı oluşturarak faiz oranlarının dengeye gelmesini sağlayacaktır. (Gündal,2006,s.47)   

        Wicksell’e göre sermaye piyasasındaki ödünç verilebilir fon arzı iki kaynaktan gelebilmektedir. Tasarruf ve parasal genişleme Fon talebine gelince, o da iki kaynaktan gelebilmektedir. Yatırım talebi ve atıl para talebidir.(Keyder,2002,s.368)

         Tek bir faiz oranı kabul eden klasik reel faiz teorisine parasal unsurları da katarak teoriyi daha gerçekçi tabana oturtmuştur. Wicksell’e göre iki tür faiz oranı bulunmaktadır. Doğal faiz oranı ve piyasa faiz oranı

        Faizin doğal oranını tasarruf arzı ve talebini eşitleyen oran olarak tanımlanmaktadır, yani zaman tercihinin toplumsal oranı. Faizin piyasa oranını bankaların bireysel müşterilere ve işletmelere verdiği borçlara uyguladığı faiz oranı olarak tanımlamıştır. Wicksell’e göre piyasa faiz oranı fon arz ve talebini eşitleyen denge faiz oranıdır.

        İstikrarlı bir ekonomide Wicksell doğal oranın normal olarak piyasa oranıyla aynı olduğunu işaret etmiştir. Eğer ikisi birbirinden farklı olursa sıkıntı başlar.(Skousen,2003,s.318–319)

        Bu model, makro dengesizliğin tanımlanması ve hükümetin maliye-para politikaları ile  arz ve talep eğrilerini ‘doğal faiz haddi’ dışında bir noktaya kaydırdığında bir konjonktürel dalgalanmasının nasıl ortaya çıktığını izah etme konusunda başarılı olmuştur.

 




         E eğrisi genişletici para politikasının etkilerini gösterir. Kamu kredisinin (Qe-Qs) özel tasarruflardaki (Qs) açığı telafi edebilmesi için piyasa faiz oranını geçici olarak doğal faiz oranını altına indirir. Sonuç sermaye malları üreten endüstrilerde suni bir patlama olur

T  eğrisi da sıkı para politikası etkisini gösterir. Piyasa faiz oranı doğal faiz oranından büyüktür. Burada tasarrufların yatırımı nasıl aştığını ve bunun ekonomiyi nasıl resesyona ve depresyona götüren bir Keynezyen tip durum olduğunu görüyoruz.(Skousen,2003,s.362)

Kısaca özetleyecek olursak Wicksell’e göre;

  • Piyasa faiz oranı<doğal faiz oranından küçük ise yatırımları teşvik etmekte ve müteşebbislerin karlarına katkıda bulunmaktadır. Bu durum yatırımları-üretimi artırarak enflasyonu artırabileceklerdir.
  • Piyasa faiz oranı > doğal faiz oranından büyük olunca yatırımların azaldığını ve karların gerileceğini savunmuştur. Böylelikle yatırım-talep azalacağı için fiyat genel düzeyi düşme eğilimine girecektir.(Gündal,2006,s.48)

         Parayı yalnızca bir ödeme aracı olarak gören ve paranın ekonomik faaliyet üzerinde hiçbir etkisi olmadığını savunan Klasik anlayıştan uzaklaşarak para talebinde Keynes’in düşüncesinde yer alan bazı unsurlara yer vermiştir.

Frederich Mishkin’e göre; enflasyonist beklentilerin faiz üzerindeki etkilerinin Ödünç Verilebilir Fonlar teorisi iyi yansıtır. Buna karşılık, gelirdeki değişme, fiyatlar genel düzeyi ve para arzındaki değişmelerin faiz üzerindeki etkileri Likidite Tercihi teorisi ile daha iyi izlenebilir.

 


 

1.3.KEYNES’İN LİKİDİTE TERCİHİ TEORİSİ

 

        Keynes, faizi reel unsurlarla açıklamaya çalışan Klasik yaklaşımdan farklı olarak, spekülatif güdüye dayalı para talebini de analize ekleyerek faiz oranlarını parasal unsurlarla açıklamıştır.

        Keynes’ten önce faiz oranları, ya sermaye talebi ile tasarruf oranının kestiği noktada veya ödünç verilebilir fon arz ve talebini eşitleyen noktada oluştuğu iddia edilirken; Keynes faiz haddinin likidite tercihi(para talebi) ile para arzı tarafından belirleneceğini ileri sürmüştür.(Gündal,2006,s.49)

        Yani Keynes faizin cari tüketimin ertelenmesinin mükâfatı olduğu konusundaki Klasik görüşü reddetmiştir. Çünkü Ona göre faiz parayı likit olarak el altında tutmakta vazgeçmenin bir mükafatıdır.

         Önce Keynes’in para talebi ve para arzına ilişkin görüşlerini açıklayalım, sonrada faiz oranlarının nasıl belirlendiğini görelim.

          Keynes’e göre insanlar gelirlerinin bir kısmını likit olarak ellerinde tutmak isterler. Paraya bu şekilde olan talebe likidite tercihi denir. İnsanların para talebinin arkasında üç neden vardır. Bunlar; işlem(muamele) güdüsü, ihtiyat güdüsü ve spekülasyon güdüsüdür(Ertek,2006,s.244)

         İşlem güdüsüyle para talebi; ekonomik karar birimlerinin yani bireylerin ve firmaların gündelik ihtiyaçları karşılamak için talep ettikleri paradır. Bunun nedeni, bireylerin gelirlerinin elde ettikleri ve harcamalarını yaptıkları dönemlerin zaman bakımından uyuşmamasıdır. Örneğin aybaşında ücretini alan bir sabit gelirli ay boyunca yapacağı harcamalar için para bulundurmak zorunda kalmaktadır.

         İhtiyat güdüsü ile para talebi; halkın tahmin edilemeyen yahut beklenmeyen ihtiyaçlar için ellerinde ek para bulundurduğunu varsaymıştık. Burada ihtiyat sözcüğünden kastedilen herhangi bir kaza, hastalık beklenmeyen bir harcama vb. risklere karşı tedbirli olmaktır.(Özyurt,2003,s.192)

        Spekülasyon güdüsü ile para talebi; insanların tasarruflarını en iyi nasıl değerlendirebilecekleri ile ilgili beklentilerinden kaynaklanan taleptir. İnsanların işlem ve ihtiyat güdüsüne bağlı olan para talebi faiz oranlarından pek etkilenmezken; spekülasyon güdüsü ile para talebi faiz oranından etkilenir.(Ertek,2006,s.245)




 

        Spekülasyon güdüsü ile para talebi faiz oranı ile ters yönlü bir fonksiyonel ilişkiye sahiptir. Herkes faiz oranlarının i*  altına düşmeyeceğini tahmin ettikleri için para talebi faiz oranına karşı tam esnektir. Likidite tuzağı denir. Bu durumda mevcut faiz oranlarının inebileceği en düşük düzeyde olduğunu ve bunun altına düşmesinin mümkün olmadığını düşündüklerinden gelecekteki faiz yükseleceğini ve tahvil fiyatlarının düşeceğini bekleyecekler ve paralarını spekülasyon güdüsü ile tutacaklardır. Demek ki likidite tuzağı durumu bireylerin faiz oranları ile ilgili tahminlere dayanan özel bir durumdur.(Bocutoğlu,2003,s.65)

         Para arzı; Keynes’e göre Merkez Bankasının kontrolü altındadır ve miktarı takip edebilecek para politikasına göre artırılabilir veya azaltılabilir. Merkez Bankası faiz oranından bağımsız para arzını belirleyebilir.(Ertek,2006,s.45)





        Likidite tercihi teorisinde faiz oranı tasarruf ve yatırım harcamalarından bağımsız olarak para stokunun arz ve talebi ile belirlenmektedir. Böylece faiz, para arzı sabitken alternatif yatırım araçları karşısında kişilerin para tutma tercihlerinin şiddetine göre değişebilmektedir. Benzer şekilde para talebi(üç güdü) sabit iken para arzındaki değişikle faiz oranını etkileyebilmektedir.(Keyder,2002,s.368)

        Yapılan gözlemlere göre; para arzındaki genişlemeyi izleyen enflasyonla birlikte faizler yükselmektedir. Bu sonuç, Keynes’in Likidite tercihi ile bağdaşmamaktadır. A.H.Gibson 1920 de İngiltere’de fiyatlar gene düzeyi ile tahvil arasında aynı yönde kuvvetli bir ilişki bulmuştur. Keynes, kendi analiziyle bağdaşmayan bu görüşü Gibson Paradoksu olara tanımlamıştır.

        Keynes, Gibson Paradoksu’nu konjonktürel dönemlere özgü olarak yorumlamıştır. Yani parasal genişleme temelde faizleri düşürücü etki yapmakta ancak konjonktürel canlanmanın sebep olduğu kredi genişlemesi(enflasyon beklentisi arttığında) bu etkiyi bastırmakta ve hatta faizleri yükseltmektedir.

Keynezyen Analizinde faizin iki işlevi vardır:

  • Tasarrufların para olarak tutulması ile alternatif yatırım araçlarına kayması arsındaki tercihi etkiler. Faiz oranı, tasarrufu para olarak tutmanın fiyatı veya likiditeden vazgeçmenin ödülü şeklinde görülmektedir. Bu fiyat ne kadar yüksek olursa, spekülatif para talebi o kadar düşük olmaktadır. 
  •   Faiz oranının diğer işlevi ise, para piyasası ile reel piyasa arasında ilişki kurmaktadır. Sermayenin marjinal etkinliğini ifade eden iç verim oranı ile piyasa faiz oranı arasındaki ilişki yatırım talebini etkilemektedir. Böylece parasal kesimde belirlenen faiz oranı yatırım talebi yoluyla reel sektörü etkiler.(Keyder,2002,s.368–369)

Keynes’in Faiz teorisini önemi:

v     Faiz haddinin yatırımlarla tasarrufu eşitleyen ve tam istihdamı sağlayan rol oynamadığını kanıtlamıştır.

v     Paranın ekonominin sahnesine nereden-nasıl çıktığını ve oynadığı rolü ortaya koyar.

 

1.4.HICKS-HANSEN’IN NEO-KEYNESYEN SENTEZİ

 

         Keynes, Klasik teoride tasarruf ve yatırım birbirine bağlı olduğundan faiz oranının belirlenmesi konusunda bir belirsizlik olduğunu iddia etmiştir. Ödünç verilebilir fonlar teorisi de faiz oranlarının oluşmasında belirsizlikler içermekteydi. Ne var ki likidite tercihi teorisi de bu belirsizliği ortadan kaldıramamıştır. Her gelir seviyesinde farklı likidite tercihleri olduğu için muamele ve ihtiyat güdüsüyle  para talebinin ne olacağı bilinmemektedir.Spekülasyon amaçlı likidite tercihi ise gelir seviyesinden bağımsızdır.Sonuç olarak Keynes’in likidite tercihi teorisinde de Klasik teori gibi faiz oranlarının belirlenmesinde belirsizlikler içermektedir.Hicks-Hansen bu boşluğu doldurabilmek için IS-LM analizini geliştirmiştir.(Gündal,2006,s.49)

        Hicks-Hansen’in Faiz kuramı, Klasik ve Keynezyen kuramların bazı unsurlarını içermektedir. Faiz oranı ile gelir düzeyinin belirlenmesi, hem reel hem de parasal kesimde birlikte gerçekleşmektedir. IS-LM analizi diye adlandırılan bu yaklaşımda her gelir düzeyi için yatırımı tasarrufa eşitleyen tek bir faiz oranı ve yine her gelir düzeyi için para talebini sabit para arzına uyarlayan tek bir faiz oranı bulunur.  

 





           IS Eğrisi, mal piyasasını dengeye getiren bütün faiz oranı-gelir bileşimlerini yansıtırken; LM Eğrisi para piyasasında para talebini para arzına eşit kılan faiz oranı-gelir bileşimlerini vermektedir. IS-LM eğrilerinin kesiştiği noktada her iki piyasayı aynı anda dengeye ulaştıran faiz oranı gelir-düzeyi bileşimi elde edilmektedir.(Keyder,2002,s.365)

         IS-LM eğrilerinin kesiştikleri yeri temsil eden ve dolayısıyla da hem IS eğrisi hem de LM eğrisi üzerinde yer alan E1 noktasında hem mal piyasasında toplam planlanan harcama hâsılaya eşittir(AE=Y), hem de para piyasasında reel para talebi reel para arzına eşittir.

 

 

1.5.TOBİN’İN PORTFÖY TEORİSİ

 

         James Tobin faiz analizinde,temel olarak Keynes’in likidite tercihi teorisini ele alarak portföy teorisinin temellerini atmıştır.Tobin ,Keynes’in spekülatif para talebi ile faiz oranı arasında var  olduğunu öne sürdüğü ilişkiyi daha ileri getirerek,insanların neden faiz getirisinden vazgeçerek parayı ellerinde veya bazı aktiflerde tuttuklarını araştırmıştır.

       Aktifler arasında tercih yapmaya dayanan portföy teorisine göre bireyler parasal-finansal-reel yatırım araçlarından oluşan portföylerini, bu değerlerin göreli fiyat getirileri ışığında yeniden düzenlerler.

        Portföy dengesi, alternatif yatırım araçlarının getiri oranları eşitlendiğinde yeniden kurulmaktadır. Burada para talebi denkleminin bağımlı değişkeni, para talebinin toplam değerlere oranı şeklinde tanımlanmakta ve açıklayıcı değişkenler arasında çeşitli yatırım araçlarının getiri oranları bulunmaktadır. Böylece faiz oranının belirlenmesinde sadece para arzı –talebi değil diğer yatırım araçlarının arzı da rol oynayabilmektedir.

        Spekülatif amaçlı para talebinde Keynes tahvilin beklene getirisi paranınkinden daha az ise insanlar sadece para, tersinde  ise sadece tahvil tutarlar diyor. Ancak gerçek hayatta bu doğru değildir. Çünkü portföy tercihi ile farklılaştırma vardır. İşte Keynes’in bu tezine Tobin şöyle diyor: İnsanlar portföylerinde neyi tutacaklarına karar verirken sadece beklenen getiriye değil, içerdikleri riske de bakarlar. Dolayısıyla insanlar getirisi sıfır –ancak riski de sıfır olan parayı tutmayı daha çok isterler. İnsanlar portföy farklılaştırması (hem para hem de tahvil tutarak) yaparak beklenen riski azaltabilirler.(Gündal,2006,s.50)

         Bu yeni yaklaşımda tahvil getirilerinde belirsizlik olması halinde, kişilerin aynı anda hem tahvil hem para tutmalarının daha doğru bir seçenek olacağı savunulmaktadır. Portföy dengesi yaklaşımı,çeşitli likit değerlere ait talep teorisidir.(Keyder,2002,s.322)

        Portföy yaklaşımı, çeşitli aktiflerin seçimine ilişkin bir teoridir. Para da bu aktiflerden birisidir. Yani teori kişilerin ve kurumların ellerinde tuttukları alternatifler likit değerlere ilişkindir. Bu yaklaşımın en önemli katkılardan birisi, para talebi fonksiyonunun belirlenmesinde risk faktörüne de yer vermiş bulunmasıdır.

       Ekonomik birimlerin ellerinde değişik aktifler bulundurmalarının nedeni; gelecekteki beklentilerin kesin olmaması yani belirsizliklerin varlığıdır.

      Ellerinde aktifleri bulunduracak kişiler iki etkeni göz önüne almak zorundadır:

Ø      O aktifle elde edecekleri getiri miktarı

Ø      Aktif değeri elde tutmanın kişiye yüklediği risk yani alternatif maliyeti.

Her iki durumda da en az riskli durumu tercih edecektir.

         Portföy dengesi yaklaşımına göre herhangi bir aktifin toplam talebi, toplam aktiflerin bir oranı olarak ele almaktadır. Aktifin talebi, kendi faiz oranı ile doğru; ikame edilen aktiflerin faiz oranı ile ters yönlü değişmektedir.

         Bu yaklaşıma göre herhangi bir aktifin faiz oranı hem aktifin kendi arzı, hem de ilgili tüm aktiflerin arzları tarafından belirlenecektir.(Özyurt,2003,s.206–208)

         Tobin’in portföy teorisi, günümüzde para arzı ile reel sektör arasında bağlantıyı sağlayan konumu ile para teorisinde önemli yer edinmiştir

 

      

SONUÇ

          Faiz teorisi hakkındaki görüşleri özetleyecek olursak Klasikler faizi reel değişken olarak kabul etmektedir. Denge faiz oranını tasarruf  arzı ve tasarruf talebi belirlemektedir. Wicksell’in Ödünç verilebilir fonlar teorisi ise Klasiklerin faiz teorisine parasal unsurları katmış ve faiz oranlarının ödünç verilebilir fon arz ve talebi tarafından belirlendiğini ileri sürmüştür. Keynes Likidite tercih teorisinde faiz para arz ve talebi tarafından belirlenmektedir. Klasiklerin aksine faiz oranı tasarruf ve yatırım harcamalarından bağımsız olarak hareket etmektedir. Hicks-Hansen’in teorisi reel –parasal kesimi birlikte ele alarak faiz oranlarının belirlenmesini açıklamışlardır. Bu analizde her gelir düzeyi için para talebini sabit para arzına uyarlayan tek bir faiz oranı bulunur. Tobin’e göre; faiz oranlarını belirlenmesinde sadece Keynes’in söylediği gibi para arz-talebi değil diğer yatırım araçlarının arzı da rol oynayabilmektedir.

Deniz HİNDİSTAN
 
  Bugün 1 ziyaretçi (1 klik) kişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol